![]() |
1 Ekim 1995 |
*
Öğleye doğru,
sıcağın iyice bastırdığı bir vakitti. Karşı dört katlı sarı apartmanın önüne
bir kamyon yanaştı. Koca kamyonun kasası çeşitli ev eşyalarıyla doluydu. Bu
arada kamyonun yanında o sarı apartmanın sahibi Hüseyin amca göründü. Hüseyin
amca, mahallede en çok sevdiğim kişiydi. Hafif dökülmüş beyaz saçları,
yanaklarındaki parlaklık ve romatizmaları yüzünden ağrıyan -Her ne kadarda
ağrıyan bacakları ona acı çektirse de- bacaklarını tutarak yürüyüşü ona ayrı
bir şirinlik getiriyordu. Olup biteni meraklı gözlerle izlerken Hüseyin amca:
- Hadi hadi!
Çabuk taşıyın şu eşyaları! Diye bağırıyordu.(bu arada her zaman yaptığı gibi
elindeki havluyu saçının dökülmüş yerine sürerek teri aldı. Daha sonra havluyu
katlayarak ensesine koydu.)
Merakımı yenemeyerek
Hüseyin amcaya seslendim:
- Hayrola Hüseyin
amca nedir bu eşyalar?
Hüseyin amca
önce tatlıca gülümsedi ve:
- Kardeşimin oğlu taşınıyor da.(ona soracağım soruyu anlamışcasına konuşmamı bekliyordu.)
- Hüseyin amca nasıl oldu da kiracı alıyorsunuz
artık? Bu bina yapılalı beş sene oldu bir Allah’ın kulunu kiracı olarak kabul
etmediniz de ondan sordum.
-(Hüseyin amca
bir yandan terini siliyor, bir yandan da soruma cevap veriyordu) kardeşim rica
etti, ben de kıramadım artık.
- Hayırlısı olsun
Hüseyin amca hayırlısı.
- Sağ ol Hasan sağ ol.(diyerek
işçilerin başına gitti.)
**
Yeni kiracılar
evlerine yerleşmiş, bizlerle bile tanışmışlardı. Yeni komşularımızın iki çocuğu
vardı. Biri elif biri de remzi idi. Elif yedi yaşındaydı ve önümüzdeki dönem
okula başlayacaktı. Remzi, altı yaşındaydı, o da anaokuluna gidecekti.
Elif ile remzi
şeker mi şeker, yaramaz mı yaramazdılar. Ama her çocuğa yakıştığı gibi onlara
da yakışıyordu yaramazlık.
Eylül ayı
gelmiş okulların açılmasına iki hafta kalmıştı. Bu yüzden elif ve remzi’ye
önlük ve kırtasiye malzemeleri alınmıştı. Elif’in önlüğü her ilkokul
öğrencisinde olduğu gibi maviydi. Remzi'nin önlüğü ise kırmızıydı. Elif ile
Remzi eve gelir gelmez önlükleri giymiş bize gelmişlerdi. İkisi de adeta
yarışıyorlardı o yeni önlükleri bize göstermek için.
Elif
heyecanından ne yapacağını şaşırıyordu. Çünkü okula başlayacaktı. Okuma yazma
öğrenecekti. Babası gibi koltuğa yayılıp gazete okuyacaktı. Maalesef Elif ve
biz yani bütün Dinarlılar başımıza geleceklerden bihaberdik. Nereden bilebilirdik
ki yarınımızı. Nereden bilebilirdik ki hayatımızın bu denli değişeceğini. Evet
galiba neden bahsettiğimi az çok anladınız. Deprem…
***
İşte o gün
başladı her şey. Adeta ay ve yıldızlar her şeyden haberdarmış gibi bizden
gizleniyorlardı. Başımıza gelecekleri görmekten korkuyorlardı. Sanki bu yüzden kara bulutlardan yardım istemişlerdi. Arkalarına gizlenmek için.(1 ekim 1995)
Saat 6.10.
akşam yemeğimiz yemiş ve televizyon izliyorduk. Bir saat sonra
Galatasaray-Trabzonspor maçı vardı. Bu maçı dayımların lokantada telefondan
izleyecektik.
Birden
elektrikler gitmiş, biz ne olduğunu anlamadan deprem çoktan başlamıştı. Evin
kolonları isyan edercesine gacırtıyla bir oyana bir buyana sallanıyordu. Bu
arada hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu.
………………………………………………….
Gök
gürüldemesiyle çığlıkların karıştığı o an kulaklarım sanki patlarcasına
çınlamaya başladı. Sonunda sallantı durmuştu. Hemen evden dışarı attık
kendimiz. Şuurumuz yeni yeni geliyordu. Evden ilk çıkan ben olmuştum. Koca bir
toz bulutun havaya yükseldiğini gördüm. Gözlerime inanamıyordum. O dört katlı
sarı bina gitmiş ardında büyük bir moloz kalmıştı. Ama nasıl olduysa ikinci
katın merdiven bölmesi ayakta kalmıştı. Bu bölmede Elif’in annesi ve kardeşi
korku içinde donakalmışlardı. Bizi görünce anne:
- Allah rızası
için kurtarın bizi! Diye çığlıklar atmaya başladı.
Onlar
kurtarılmıştı. Fakat Elif, Hüseyin amca ve eşi yoktu.
Elif’in
annesi:
-Elifimi
kurtarın! Diye feryat etmeye ve ağlamaya başladı.
Elif, evden
çıkar çıkmaz aşağı koşmuş ve dış kapıyı açmaya çalışırken binanın merdivenleri
üzerine çökmüş. Bir ara sesini duyar gibi olduk ama bir kere kısık bir ses:
- Anneeeeeee!
Kurtar beni canım çooook acıyooooo.
Elif’in küçük
bedeni beton yığınları altında fazla dayanamadı.
Bu arada
Elif’in babası da iş yerinden koşarak gelmiş ve kızın durumunu öğrenince bir
köşeye gidip sessizce ağlamaya başlamıştı.
Hüseyin amca
ve eşi de ayakkabı dolabının sayesinde bir çizik bile almamışlardı yıkık
altında. Çünkü ayakkabı dolabı duvara yaslanınca çatı görevi yapmış onlara. Sağ
salim çıkardılar onları da yıkıkların altından.
Ama Elif
yoktu. Artık önlük giyemeyecekti. Okuma yazma öğrenemeyecek, babası gibi
koltuğa yayılıp gazete okuyamayacaktı.
****
Artık o sarı
bina yerinde yeller esiyordu. Elif’in bir kız kardeşi olmuş ona da Elif adı
koyulmuştu.
Aradan tam beş
yıl geçti. Küçük Elif büyüdü. Beş yaşına bastı. Küçük Elif ablasına çok
benziyor.
Bu arda
Hüseyin amcayı da geçen ay trafik kazasında kaybettik. Öldürmeyen Allah
öldürmüyor diyorduk molozların altından çıkarılırken.
Umarım küçük Elif-ablasının yerini doldurmayacak ama- onu birazda olsa aratmaz.
Elif seni
unutmayacağız.
Hüseyin amca
seni de…
Dinar depreminde ve İstanbul depreminde kaybettiğimiz nice elifler ve
nice insanlar huzur içinde yatın…Hasan ERTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder