8 Şubat 2013 Cuma

Elif... 1 Ekim 1995


1 Ekim 1995


*
Öğleye doğru, sıcağın iyice bastırdığı bir vakitti. Karşı dört katlı sarı apartmanın önüne bir kamyon yanaştı. Koca kamyonun kasası çeşitli ev eşyalarıyla doluydu. Bu arada kamyonun yanında o sarı apartmanın sahibi Hüseyin amca göründü. Hüseyin amca, mahallede en çok sevdiğim kişiydi. Hafif dökülmüş beyaz saçları, yanaklarındaki parlaklık ve romatizmaları yüzünden ağrıyan -Her ne kadarda ağrıyan bacakları ona acı çektirse de- bacaklarını tutarak yürüyüşü ona ayrı bir şirinlik getiriyordu. Olup biteni meraklı gözlerle izlerken Hüseyin amca:
- Hadi hadi! Çabuk taşıyın şu eşyaları! Diye bağırıyordu.(bu arada her zaman yaptığı gibi elindeki havluyu saçının dökülmüş yerine sürerek teri aldı. Daha sonra havluyu katlayarak ensesine koydu.)
Merakımı yenemeyerek Hüseyin amcaya seslendim:
- Hayrola Hüseyin amca nedir bu eşyalar?
Hüseyin amca önce tatlıca gülümsedi ve:
- Kardeşimin  oğlu taşınıyor da.(ona soracağım soruyu anlamışcasına konuşmamı bekliyordu.)
-  Hüseyin amca nasıl oldu da kiracı alıyorsunuz artık? Bu bina yapılalı beş sene oldu bir Allah’ın kulunu kiracı olarak kabul etmediniz de ondan sordum.
-(Hüseyin amca bir yandan terini siliyor, bir yandan da soruma cevap veriyordu) kardeşim rica etti, ben de kıramadım artık.
- Hayırlısı olsun Hüseyin amca hayırlısı.
- Sağ ol Hasan sağ ol.(diyerek işçilerin başına gitti.)

**
Yeni kiracılar evlerine yerleşmiş, bizlerle bile tanışmışlardı. Yeni komşularımızın iki çocuğu vardı. Biri elif biri de remzi idi. Elif yedi yaşındaydı ve önümüzdeki dönem okula başlayacaktı. Remzi, altı yaşındaydı, o da anaokuluna gidecekti.
Elif ile remzi şeker mi şeker, yaramaz mı yaramazdılar. Ama her çocuğa yakıştığı gibi onlara da yakışıyordu yaramazlık.
Eylül ayı gelmiş okulların açılmasına iki hafta kalmıştı. Bu yüzden elif ve remzi’ye önlük ve kırtasiye malzemeleri alınmıştı. Elif’in önlüğü her ilkokul öğrencisinde olduğu gibi maviydi. Remzi'nin önlüğü ise kırmızıydı. Elif ile Remzi eve gelir gelmez önlükleri giymiş bize gelmişlerdi. İkisi de adeta yarışıyorlardı o yeni önlükleri bize göstermek için.
Elif heyecanından ne yapacağını şaşırıyordu. Çünkü okula başlayacaktı. Okuma yazma öğrenecekti. Babası gibi koltuğa yayılıp gazete okuyacaktı. Maalesef Elif ve biz yani bütün Dinarlılar başımıza geleceklerden bihaberdik. Nereden bilebilirdik ki yarınımızı. Nereden bilebilirdik ki hayatımızın bu denli değişeceğini. Evet galiba neden bahsettiğimi az çok anladınız. Deprem…


***
İşte o gün başladı her şey. Adeta ay ve yıldızlar her şeyden haberdarmış gibi bizden gizleniyorlardı. Başımıza gelecekleri görmekten korkuyorlardı. Sanki bu yüzden kara bulutlardan yardım istemişlerdi. Arkalarına gizlenmek için.(1 ekim 1995)
Saat 6.10. akşam yemeğimiz yemiş ve televizyon izliyorduk. Bir saat sonra Galatasaray-Trabzonspor maçı vardı. Bu maçı dayımların lokantada telefondan izleyecektik.
Birden elektrikler gitmiş, biz ne olduğunu anlamadan deprem çoktan başlamıştı. Evin kolonları isyan edercesine gacırtıyla bir oyana bir buyana sallanıyordu. Bu arada hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu.  
………………………………………………….
Gök gürüldemesiyle çığlıkların karıştığı o an kulaklarım sanki patlarcasına çınlamaya başladı. Sonunda sallantı durmuştu. Hemen evden dışarı attık kendimiz. Şuurumuz yeni yeni geliyordu. Evden ilk çıkan ben olmuştum. Koca bir toz bulutun havaya yükseldiğini gördüm. Gözlerime inanamıyordum. O dört katlı sarı bina gitmiş ardında büyük bir moloz kalmıştı. Ama nasıl olduysa ikinci katın merdiven bölmesi ayakta kalmıştı. Bu bölmede Elif’in annesi ve kardeşi korku içinde donakalmışlardı. Bizi görünce anne:
- Allah rızası için kurtarın bizi! Diye çığlıklar atmaya başladı.
Onlar kurtarılmıştı. Fakat Elif, Hüseyin amca ve eşi yoktu.
Elif’in annesi:
-Elifimi kurtarın! Diye feryat etmeye ve ağlamaya başladı.
Elif, evden çıkar çıkmaz aşağı koşmuş ve dış kapıyı açmaya çalışırken binanın merdivenleri üzerine çökmüş. Bir ara sesini duyar gibi olduk ama bir kere kısık bir ses:
- Anneeeeeee! Kurtar beni canım çooook acıyooooo.
Elif’in küçük bedeni beton yığınları altında fazla dayanamadı.
Bu arada Elif’in babası da iş yerinden koşarak gelmiş ve kızın durumunu öğrenince bir köşeye gidip sessizce ağlamaya başlamıştı.
Hüseyin amca ve eşi de ayakkabı dolabının sayesinde bir çizik bile almamışlardı yıkık altında. Çünkü ayakkabı dolabı duvara yaslanınca çatı görevi yapmış onlara. Sağ salim çıkardılar onları da yıkıkların altından.
Ama Elif yoktu. Artık önlük giyemeyecekti. Okuma yazma öğrenemeyecek, babası gibi koltuğa yayılıp gazete okuyamayacaktı.

****
Artık o sarı bina yerinde yeller esiyordu. Elif’in bir kız kardeşi olmuş ona da Elif adı koyulmuştu.
Aradan tam beş yıl geçti. Küçük Elif büyüdü. Beş yaşına bastı. Küçük Elif ablasına çok benziyor.
Bu arda Hüseyin amcayı da geçen ay trafik kazasında kaybettik. Öldürmeyen Allah öldürmüyor diyorduk molozların altından çıkarılırken.
Umarım küçük Elif-ablasının yerini doldurmayacak ama- onu birazda olsa aratmaz.
Elif seni unutmayacağız.
Hüseyin amca seni de…
         Dinar depreminde ve İstanbul depreminde kaybettiğimiz nice elifler ve nice insanlar huzur içinde yatın…

         Hasan ERTÜRK

Hiç yorum yok: